26 Aralık 2012 Çarşamba

ÇAYCUMA MYO TARİHİ (ZKÜ)

          
ÇAYCUMA MESLEK YÜKSEK OKULU

          Mesleki ve teknik eğitimin büyük ölçüde teşvik edildiği ve desteklendiği, ortaöğretimden yükseköğretime sınavsız geçişin uygulamaya konulduğu 2002-2003 eğitim-öğretim yılında açılan Çaycuma Meslek Yüksekokulu,  Muhasebe programında 49,  İşletme Programında ise 53 olmak üzere toplam 102 öğrenci ile öğretime başlamıştır. Günümüzde 7  Bölüm 10 programla öğrenim devam etmektedir.
Okulumuzda açılan başka bölümler sayesinde okulumuz dahada büyümeye başlamıştır. Hazırlık siniflarınında buraya gelmesıyle okuyan sayısı artmıştır.


Nazan AKÇAALAN
110157105029

OKULUMUZDAKİ GELİŞMELER



ÇAYCUMA MESLEK YÜKSEK OKULUMUZ VE 4 YILLIK YENİ BİNAMIZ

ÇMYO'da birçok değişiklik yapılmaya başlanmıştır. Üniversitemiz 4 yıllık fakülte olabilmek için çeşitli çalışmalara başlamıştır. Resimlerde görüldüğü gibi fakülteler yapılmaya başlanmış ve tamamlanmak üzeredir. Okulu geliştirmek için birçok çalışmalar yapılmaktadır.
Bunların yanında çevre düzenlemeleriyle yepyeni bir görünüşe sahip olacaktır.
Gelişmekte olduğunu daha öncede belirtmiştik. En büyük gelişme de okulumuzun dışındaki ismin Çaycuma Kampüsü olarak değiştirilmesinden belli olmaktadır.


Gülşen ÜNLER
110157105022

ÇAYCUMA MESLEK YÜKSEK OKULU BAHAR ŞENLİKLERİ



ÇAYCUMA MESLEK YÜKSEK OKULU BAHAR ŞENLİKLERİ

Okulumuzda her yıl 3 gün üst üste bahar şenlikleri düzenlenmektedir. Bu şenlikte okulumuz öğrencileri tarafından stant açılarak çeşitli satışlar yapılmaktadır. Dışardan kişiler gelerekte satışlar yapmaktadırlar. Bu şenliği düzenlemede B.E.Ü. merkez kampüs, kayıkçılar köyü muhtarı, Ç.M.Y.O. müdürü ve öğretim görevlileride destek vermektedirler. Okulumuzda bahar şenliklerinde öğrencilerin birbirleriyle kaynaşmaları ve eğlenmeleri sağlanır.


Arzu POLAT
110157105001

ÇAYCUMA MESLEK YÜKSEK OKULU




ÇAYCUMA MESLEK YÜKSEK OKULU

Okulumuz eski olmasına rağmen yeniliklere açık bir okuldur. Okul iç ve dış yapısını geliştirmeye ağırlık vererek kendini güncelleyen bir yapıya sahiptir. sosyal etkinlikler yönünden zengindir. Öğrenciler arasında kaynaşmayı sağlar. Öğrencilerin kendilerini geliştirmesine de yönelik çalışmaları vardır. Birçok kulüpler öğrencilerin boş zamanlarını verimli kullanmayı ve etkin olmayı sağlar. Öğrencilerini önemseyen bir okuldur.



Gülbahar ARDIÇ
110157105020

ÇYMO BÖLÜMLERİ





BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ (ZKÜ) ÇAYCUMA MESLEK YÜKSEK OKULU

Okulumuzda birçok bölüm bulunmaktadır. Bunlar :

  • Uygulamalı İngilizce ve Çevirmenlik programı
  • Uygulamalı İngilizce ve Çevirmenlik programı İ.Ö.
  • Gıda Teknolojisi Programı
  • Gıda Teknolojisi Programı İ.Ö.
  • Gıda Kalite Kontrol ve Analizleri Programı 
  • Gıda Kalite Kontrol ve Analizleri Programı İ.Ö.
  • Kağıt Teknolojisi programı
  • Mobilya ve Dekorasyon Programı
  • Mobilya ve Dekorasyon Programı İ.Ö.
  • Turizm ve Otel İşletmeciliği Programı
  • İşletme Yönetimi Programı
  • İnsan Kaynakları Yönetimi Programı
  • İnsan Kaynakları Yönetimi Programı İ.Ö.
  • Büro Yönetimi ve Yönetici Asistanlığı Programı
  • Büro Yönetimi ve Yönetici Asistanlığı Programı İ.Ö.
  • Çağrı Merkezi Hizmetleri Programı
  • Çağrı Merkezi Hizmetleri Programı İ.Ö.
  • Muhasebe ve Vergi Uygulamaları Programı



Leyla EFE
2009015702027

ÇMYO VE GELİŞMELERİ




ÇMYO VE GELİŞMELERİ

                                     Çaycuma meslek yüksek okulu  Çaycuma'nın prestijini artırıyor. Okulumuzun çevre düzenlemeleri oldukça arttı. Okul etrafında yapılan çalışmalar okula ayrı bir hava katıyor. Yeni gelecek olan nesil hayli bir şanslı. Okul oldukça kendini yeniliyor. Çevresi ve güvenliğiyle de yeni yeni  gelişmeler yaparak kendini geliştiriyor.
Özel güvenlik sayesinde okulda yabancılara yer verilmiyor ve çıkabilecek kargaşaların önüne geçilmek isteniyor.
Ağaçlandırmalar yapılarak da çevre dahada güzelleşecek. Bizden sonrakiler daha şanslı olacaklar.


Emine AKDAĞ
110157105013

7 Kasım 2012 Çarşamba

BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTE ( ZONGULDAK )




BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTE (ZKÜ)

Üniversitemizin çekirdeğini teşkil eden Mühendislik Fakültesinin orijini 1924 yılında kurulan Maden Mühendislik Mektebi’dir. Bu kurum sırasıyla Maden Meslek ve Başçavuşları Okulu, Maden Teknik Okulu, Mühendislik Mimarlık Akademisi aşamalarından geçerek 2809 Sayılı Kanunla Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne bağlanarak Zonguldak Mühendislik Fakültesi adını almış ve 11.07.1992 tarih 21281 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 3837 Sayılı Kanunun 9. Ek Maddesi ile Zonguldak Karaelmas Üniversitesi kurulmuştur.


SEDEF ÖZTÜRK
110157105036

GÖKGÖL MAĞARASI ( ZONGULDAK )




  Gökgöl Mağarası

Gökgöl Mağarası, Zonguldak - Ankara karayolunun hemen Zonguldak girşinde, yolun sağ kenarında yer almaktadır. Mağara, kente dışardan gelenler için hoş bir sürpriz, kent dışına çıkanlar için ise, belleklerde kente ilişkin son bir anı özelliği taşımaktadır.
Mağara içi damlataş birikimi yönünden son derece zengin olan Gökgöl Mağarası, traverten, sarkıt, dikit sütunlar ve damlataşlar ile süslüdür.
Gökgöl Mağarası' nın ilk 875 metresi turizm amaçlı kullanıma açılmıştır. Girişten Büyük Çöküntü Salonu' na kadar uzanan bu bölüm 2-15 metre genişlik, 1-18 metre yükseklikte olup, Fosil Giriş, Damlataşlar Galerisi, Çöküntü Salonu, Muhteşem Salon, Büyük Çöküntü Salonu ve Harikalar Salonu gibi adlarla nitelendirilmiştir. Aydınlatması yapılan bu alanda yürüyüş parkuru, köprüler ve seyir terasları bulunmaktadır. 


Ziyaret edenlerin yoğun ilgisini çeken Gökgöl Mağarasının yapılan araştırmalara göre astım hastalığına iyi geldiği belirtilmektedir. Yaz günlerinde doğal bir klima özelliğindeki Gökgöl Mağarası ziyaret edenler için tam bir cazibe merkezidir. Mağaranın 875 metresinden sonraki bölümlerinin hizmete girmesi için zonguldak Valiliğince etüd çalışması başlatılmış, devam etmektedir.
Mağarayı 2001-2002-2003 yıllarında toplam 97.846 kişi, sadece 2003 yılında ise 38.705 kişi ziyaret etmiştir.
Mağarayı ziyaret eden vatandaşlarımızın Mağara çıkışında oturup dinlenebilecekleri ve hediyelik eşya satışı yapılabilecek bir cafe ve satış reyonu tarzında bir proje hazırlanmış ve tasdik için Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna gönderilmiş olup tasdikini müteakip proje gerçekleştirilecektir. 


SEDEF ÖZTÜRK
110157105036




MADEN OCAKLARI ( ZONGULDAK )




MADEN OCAKLARI

Orta Anadolu'nun hemen hemen tümünde egemen olan Hitit İmparatorluğu, Ege Göç Kavimleri hareketi ile ortadan kalkarken, çoğunluğunu Frig boylarının oluşturduğu Bithin, Mariandyn ve Migdon adlı göç toplulukları yörenin ilk sakinleri olmuştur. MÖ VI. Yüzyılda Batı Anadolu'da başlayan kolonizasyon süreci ile birlikte, yörede de Kdz.Ereğli (Herakleia Pontica), Hisarönü (Teion), Sesamos (Amasra) gibi yerlerde ticari iskeleler (emperion) kurulmuştur. 
MÖ 334'e kadar Perslerin egemenliğinde kalan bölge, bu tarihten sonra Makedonyalıların eline geçmiş; ancak yöre halkının isyanı sonucu kısa bir süre bağımsız bir yönetime (Bithynia Krallığı) kavuşmuştur. MÖ 27'de Roma İmparatorluğuna, 395 yılında ise imparatorluğun ikiye ayrılması sonucu Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğuna bağlanmıştır. 
1084 yılında Anadolu Selçuklu Devleti komutanlarından Emir Karatekin tarafından ele geçirilen Zonguldak ve yöresi, Anadolu Selçuklu Devleti ile Büyük Selçuklu Devleti arasındaki sürtüşme nedeniyle, önce Bizanslılar, sonra da Danışmendlilerce işgal edilir. Ancak Anadolu Selçuklu Devleti kısa bir süre sonra toparlanarak, yöreyi yeniden ele geçirir (1186).
IV. Haçlı Seferi'nden sonra Bizanslılar dağılma, Anadolu Selçuklu Devleti ise çöküş sürecini yaşadığından, bölgenin kıyı şeridi Cenevizlilerce alınır; iç kesimlerde ise Candaroğulları gelişir. Osmanlı İmparatorluğunun gelişme döneminde Padişah I. Murat bölge topraklarını Osmanlı sınırına katmak istemiş, ancak halk buna karşı çıkarak Candaroğullarının yanında yer almıştır. Bunun üzerine Osmanlılar Cenevizlilerle anlaşarak, 1380'de Kdz.Ereğli'yi, 1392'de de Zonguldak ve çevresini kendi topraklarına katmış, kıyı şeridindeki ticari yaşam ise yine Cenevizlilere bırakılmıştır.
1460 yılında Fatih Sultan Mehmet'in Amasra'yı almasıyla birlikte yöredeki Hıristiyan bezirganlar İstanbul'a göç etmiş; yöre Osmanlıların ilgisini çekmeyince de, 1654 yılında Kazak korsanlarca, daha sonra da korsanlara karşı halkı korumak amacıyla bölgeye gelen yeniçerilerce yağmalanmıştır. Yörenin ekonomik ve ticari önemini yitirmesi ve devletin yeterince sahip çıkmaması sonucu, eşkıyalar ve ayanların baskısı halkı göçe zorlamıştır.
1829 yılında taşkömürünün bulunmasıyla yeniden önem kazanan bölgede 1848'de ilk kömür ocakları kurulmuş; 19. yüzyılın sonuna doğru İngiliz, Fransız, Belçika, Rus şirketleri taşkömürü üretimi yapmak üzere yöreye akın etmiştir. Yöredeki şirketlerin haklarını korumak ve üretimi artırmak bahanesiyle Fransız askerleri önce Zonguldak'ı, ardından da Kdz.Ereğli'yi işgal etmiş (1919); ancak, Zonguldak ve çevresinde oluşturulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine bağlı milis güçlerinin karşı koymasıyla 18.06.1920'de Kdz.Ereğli'den, 21.06.1920'de ise Zonguldak'tan çekilmek zorunda kalmışlardır.
Zonguldak, 1 Nisan 1924 tarihinde, Cumhuriyet sonrası kurulan ilk il olma unvanını kazanmıştır. 


NAZAN AKCAALAN
110157105029

FİLYOS ( ZONGULDAK )



FİLYOS KALESİ

Zonguldak ili Çaycuma ilçesinde Hisarönü’nde (Filyos) bulunan bu kale Ortaçağ’da yapılmıştır. Kalenin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. 
Kale moloz taş ve tuğladan yapılmış olup, günümüze oldukça iyi bir durumda gelmiştir. Ortaçağ’da yapılan bu kale çevresinde Roma dönemine tarihlenen mabet, tiyatro ve büyük bir yapıya ait olduğu sanılan üç kemerli bir duvar günümüze gelebilmiştir. Ayrıca yakınındaki Çayır Mağarası’ndan kaleye ve kente su taşıyan su kemerleri kalıntıları da günümüze gelebilmiştir. 
Kale ve yanındaki tiyatro 2001 yılından itibaren başlayan çalışmalar sonucunda kısmen restore edilmiş olup, çalışmalar halen sürdürülmektedir.

NAZAN AKCAALAN
110157105029

TOKAT KALESİ



TOKAT KALESİ


Tokat il merkezinin kuzey batısında, yöreye hâkim bir yükseklikte, kayalık alanda bulunan bu kalenin yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bununla beraber, MS.V.-VI. Yüzyıllarda bu kalenin bilindiği kaynaklardan öğrenilmektedir. Bu dönemde kale Eudoksia veya Dokeia olarak tanınıyordu. Danişmentli Melik Ahmet Gazi tarafından 1074 yılında ele geçirilmiş, daha sonra Selçuklu ve Osmanlı egemenliğine girmiştir. 
Osmanlı tarihçileri bu kaleden birinci derecede “müstahkem mevkii” olarak söz etmişlerdir. Timur ve Şah İsmail’in akınları sırasında da bu kale ele geçirilememiştir. Ayrıca kalenin Çardak-ı Bedevi denilen zindanında Bizans İmparatoru A.Diogenis başta olmak üzere birçok ünlü kişinin tutsak olduğu da yine kaynaklardan öğrenilmektedir. Evliya Çelebi 1656 yılında Tokat’a gelmiş ve bu kaleden söz etmiştir: 
“Kale yüksek bir tepe üzerinde, kesme taş ile yapılmış olup o kadar büyük değildir. Etrafı burçlar ve kuleler ile süslenmiş olup, etrafında hendek yoktur. Korkusuz bir surdur ki Samanyolu gibi göğe baş uzatmıştır. Dört tarafı çok sarp olduğundan asla hendek olacak yeri yoktur. Bütün etrafı şahin, kartal ve zağanos yuvaları, çeşitli rengârenk kayalardır. Batıya bakan bir kapısı vardır. Kalenin içinde dizdar evi, kethüda, imam, müezzin ve kale mehterhaneleri, cephane odaları, zahire ambarları, su sarnıçları, ceylan yolu adlı suyolları vardır ki tam 362 basamak taş merdivenle nehre inilir. Batı tarafındaki ayar kayası bu kaleye havaledir. Yıldırım Han Camii var diğerlerden bir şey yok. Göğe kadar yükselmiş bir kale olmakla değme adam bir saatte çıkamadığından gece gündüz kapısı kapalıdır. Bekçileri daima bekleyip, silahla hazır dururlar. Çünkü aşağı şehir ahalisinin bütün kıymetli malları kalede muhafaza olunur. Tokat’ın bütün suçlu ve katilleri burada mahpustur ki Kudüs-ü Şerif zindanında ve Acemlerin Kahkaha Kalesine benzer.”
Günümüze Evliya Çelebi’nin sözünü ettiklerinden yalnızca duvarlar gelebilmiştir. Kale, kesme taş ve moloz taştan yapılmıştır. Selçuklu ve Osmanlı döneminde onarılmış, yeni yapılar eklenmiş, savunma ve gözetleme kuleleri yapılmıştır. Kale iç ve dış duvarlar olmak üzere iki sıra surla korunmuştur. Doğu-batı yönünde iki kaya grubu üzerinde yer alan kalenin takviye kuleleri ile burçları bulunuyordu. Ancak depremler kuzey ve güney yöndeki duvarları bütünüyle yıkmıştır. Yalnızca baş burç ile ayar kayası üzerindeki duvarlar sağlam kalabilmiştir.
Kaleye kuzey yönündeki kayalara oyulmuş bir oyuktan girilmektedir. İçeride erzak depoları, sarnıç, cephanelik, korunma amaçlı yapılar, emanet odaları ve bir de cami bulunuyordu. Ancak günümüze bunlarla ilgili temel kalıntıları ve bazı tonozlar gelebilmiştir. Dışarı ile bağlantıyı sağlayan basamaklı tünelin ağzı batı yönünde olup, günümüzde iyi durumdadır. 
Kalenin güney batısında kaya mezarlarına rastlanmıştır. Büyük ihtimalle bu mezarlar Galatlara aittir.


EMİNE AKDAĞ
110157105013

BALLICA YERALTI MAĞARASI ( TOKAT )





ÜNLÜ TOKAT BALLICA YERALTI MAĞARASI
 
İldeki önemli turistik yerlerden biride   Pazar ilçesi yakınlarındaki Ballıca mağarasıdır. 680 metre uzunluğunda, +19 -75 metre ve olmak üzere toplam 94 metre yüksekliğindedir. Mağara yarı yatay, yarı dikey olarak birbirine bağlı beş kat ve sekiz büyük salondan oluşmakla birlikte bazı bölümlerinde oluşumlar hala devam etmektedir.Yaz kış ortalama 18 derece sıcaklığın hüküm sürdüğü Ballıca Mağarasının en önemli karakteristik özelliği, Türkiye'de hiçbir mağarada bulunmayan soğan sarkıtlarından meydana gelmesidir. Mağaranın değişik yerlerinde koloniler halinde yaşayan "cüce yarasalar" en belirgin canlı grubunu oluşturur. Mağara içindeki sarkıt ve dikitlerin güzelliği ise ayrı bir turistik değer oluşturmaktadır

EMİNE  AKDAĞ
110157105013

ISPARTA GÜLÜNÜN TARİHİ





 ISPARTA GÜLÜNÜN TARİHİ

Dünya da 3 tonluk gül yağı talebinin 2 tonu Isarta'da üretilirken, Türkiye'nin gül yağından yıllık ihracat geliri ise 15 milyon dolar civarında. Güzel kokusu, tıbbi değeri ve beslenmedeki yeri dolayısıyla antik çağlardan beri efsanelere konu olan, aşk, sevgi ve barışın sembolü gül, parfüm sektörünün de vazgeçilmez unsurlarından biri. 122 yıl önce Isparta'nın Gülcü Mahallesi'ne dikilen gül fidanları, damıtılma sistemiyle oluşan gül yağı ile parfüm sektörüne hammadde sağlıyor. Mayıs ve Haziran aylarında çiçek açan gül, önce bölgeyi, sonra da gül yağı ile tüm dünyayı eşsiz kokusuyla büyülüyor. Parfüm sektöründe gül esansı için kullanılan Isparta gülünü diğer 150 çeşit gülden ayıran özellik ise eşsiz kokusu ve kokusunun kalıcılığı.



ARZU POLAT 
110157105001 

SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ ( ISPARTA )




SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TARİHÇESİ

Isparta'da yillar önce baslayan üniversitelesme çabalarinin meyvasi 1992 yilinda kurulan Süleyman Demirel Üniversitesi'dir. Türkiye'nin çesitli illerinde 22 yeni üniversitenin kurulusunu düzenleyen 3837 sayili yasa 11 Temmuz 1992 'de yürürlüge girer ve Isparta kendi üniversitesine kavusur. 
Baslangiçta “Isparta Üniversitesi” veya bu bölge adindan esinlenerek düsünülen “Göller Üniversitesi” isimlerinden birisiyle adlandirilacagi beklenen üniversitenin ismi Süleyman Demirel’in yakin çalisma arkadaslarinin son anda yaptigi teklifin kabul görmesiyle “Süleyman Demirel Üniversitesi” olarak belirlenir.Üniversite kurucu rektörlügüne Marmara Üniversitesi iktisadi ve idari Bilimler Fakültesi Ögretim Üyesi Prof. Dr. Hasan GÜRBÜZ atanir.
Prof. Dr. Hasan GÜRBÜZ dönemi Süleyman Demirel Üniversitesi, kurulus kanununda yer alan 12 fakülte, 4 enstitü ve 4 yüksekokuluyla yeni kurulan üniversiteler arasinda en büyük kapasiteye sahip bir kurum olarak dogar. Bu düzenlemeyle ilk etapta Isparta Mühendislik Fakültesi “Mühendislik Mimarlik Fakültesi” adiyla, Egirdir Su Ürünleri Yüksekokulu “Egirdir Su Ürünleri Fakültesi” adiyla, Burdur Egitim Yüksekokulu “Burdur Egitim Fakültesi” adiyla, Isparta ve Burdur’ daki Meslek Yüksekokullari ise kendi adlariyla Süleyman Demirel Üniversitesi’ne baglanirlar. Ayrica dogrudan Akdeniz Üniversitesi’ne bagli olan Yalvaç Meslek Yüksekokulu da ayni yilin sonlarinda SDÜ’ye baglanir.
Bu dönemde basta valilik olmak üzere bütün kamu kurum ve kuruluslariyla yogun bir is birligi yapilir. Herkes yeni kurulmus olmanin romantizmi ve heyecani içerisindedir. Mesai kavraminin gözetilmedigi bu hizli çalismada ilk etapta dogu kampusündeki kamulastirmalar tamamlanir. Birkaç yapiyi saymazsak badem agaçlari ve geven otlarindan baska bir seyin bulunmadigi Çünür Kampüsü’nde yeni insaatlar baslar. Oditoryum, Kütüphane ve Mediko Sosyal binasi, ardindan projelendirilmesi önceden yapilmis yatirimlar birer birer ihale edilir. Kampus adeta bir santiyeye dönüsür.
Hizlilik sadece yapilasmada degildir. Birbiri ardina açilis kararlari alinan akademik birimlerin sayisi kisa sürede 20’ye ulasir. 1993’de Fen Edebiyat, iktisadi ve idari Bilimler, ilahiyat ve Tip Fakülteleri, Fen, Sosyal ve Saglik Bilimleri Enstitüleri ile Saglik Yüksekokulu açilir. Devlet Hastanesi'nin eski yapi tas binasinda Arastirma ve Uygulama hastanesi kurulur ve saglik hizmeti sunmaya baslar.
1994 yilinda Güzel Sanatlar, Teknik Egitim ve Ziraat Fakülteleri ile Sütçüler, Keçiborlu ve Senirkent ilçelerinde yeni Meslek Yüksekokullari, 1995’de ise Dis Hekimligi ve Orman Fakülteleri ile Uluborlu, Egirdir, sarkikaraagaç ve Bucak’ta Meslek Yüksekokullari açilir.
1994 yilinda Güzel Sanatlar, Teknik Egitim ve Ziraat Fakülteleri ile Sütçüler, Keçiborlu ve Senirkent ilçelerinde yeni Meslek Yüksekokullari, 1995’de ise Dis Hekimligi ve Orman Fakülteleri ile Uluborlu, Egirdir, sarkikaraagaç ve Bucak’ta Meslek Yüksekokullari açilir.
Çesitli bilim alanlarinda arastirma ve uygulama çalismalarina zemin olusturmak üzere Radyo Televizyon, Yabanci Diller, Stratejik Arastirmalar, Atatürk ilkeleri ve inkilap Tarihi, Müzik Kültürü, Deprem Arastirma ve Uygulama Merkezleri ile Deneme Çiftligi de bu dönemde faaliyete geçen akademik birimler arasindadir.
Prof. Dr. Hasan Gürbüz iki yillik kurucu rektörlük döneminin sonunda 4 yil süreyle rektörlüge ikinci kez atanir. Ancak 1 Mart 1996’da geçirdigi elim bir trafik kazasinda hayatini kaybeder ve aramizdan ayrilir. Üniversite ve sehir ilk büyük acisini yasar.Bosalan SDÜ Rektörlügü’ne Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi ögretim üyelerinden Prof. Dr. M. Lütfü Çakmakçi atanir.
Prof. Dr. M. Lütfü ÇAKMAKÇI dönemi
Bu dönemde çabalar, insaatlarin tamamlanmasina ve yeni projelerin baslatilmasina yönelik olacaktir. iki yeni egitim binasi ile birlikte her türlü bilimsel ve sosyal etkinlige ev sahipligi yapabilen Oditoryum ve Mediko-Sosyal Merkezi bitirilerek hizmete açilir. Tamamlanan merkezi kütüphaneye bir vefa örnegi olarak Prof. Dr. Hasan Gürbüz’ün adi verilir. Ögrencilerin önemli bir ihtiyacina cevap vermek üzere çok sayida spor alani ve tesisi ile Egirdir ilçesindeki Mavi Göl Uygulama Oteli kisa sürede çagdas bir konaklama tesisi haline getirilerek hizmete sokulur. Bugün Konukevi olarak adlandirilan bu tesisler halkasina takip eden yillarda Isparta Konukevi de eklenir.
Temel bilimlerde spesifik arastirma ve deneylerin yapilabildigi Merkezi Arastirma laboratuari, bugün Enstitü haline dönüsen Pomza Arastrima ve Uygulama Merkezi, CAD-CAM, Seramik, Bilgisayar Bilimleri, Jeotermal Enerji Kaynaklari, Ynilenebilir Enerji Kaynaklari bu dönemde SDÜ’nün bilimsel atmosferini gerçekten zenginlestiren birimler olarak öne çikarlar. Ziraat Fakültesi’yle ilgili Danabank, Ünsüt ve Çiftçi Egitim Merkezi projeleri ve Ar-Ge projesi olarak TEKMER hayata geçirilir. Merkezi derslikler ile bir çok fakültenin dogu kampusündeki bina insaatlari hiz kazanir.
Bu dönemin diger önemli bir hamlesi ise Arastirma ve Uygulama Hastanesidir. Bugün dahi ülkemizin en modern saglik kuruluslarindan biri kabul edilen hastane Üniversitemize ilgisini hiç esirgemeyen 9. Cumhurbaskanimiz Sayin Süleyman Demirel’in verdigi destek ve sagladigi itibar sayesinde 14 ay gibi kisa bir sürede yapilir.
Bu arada hastanenin yarattigi heyecan hayirseverlerin üniversiteye bir seyler kazandirmak amaciyla kollari sivamalarina da vesile olur. Önce Sabanci Ögrenci Yurdu, ardindan sevket Demirel’in katkilariyla yapilan ve arastirma uygulama hastanesinin çok önemli bir ünitesi olan Kalp Merkezi hizmet vermeye baslar. Kalp Merkezi’nden sonra Ispartali yardimsever Zehra Ulusoy’un katkilariyla Kanser Tani ve Tedavi Merkezi kurulur ve hizmete açilir. Selahattin Karasoy ise Uluborlu ilçesindeki Meslek Yüksekokulu’na yeni binalar kazandirir. Benzer çalismalar Bucak ilçesinde de yogun sekilde yasanir.
Büyüyen ve gelisen SDÜ 2000’li yillara girerken kabina sigamadiginin da farkindadir. SDÜ’nün öncülügünde ADIM (daha sonra ADIMA) Projesi hayata geçirilir ve Aydin Adnan Menderes, Denizli Pamukkale, Mugla ve daha sonra Afyon Kocatepe Üniversitelerinin katilimiyla bir konsorsiyum olusur. Birlikten güç yaratmak gibi önemli bir amaçla atilan bu adim baska üniversitelere de model olacaktir.
Bu arada Üniversitenin yurtdisi iliskileri de hizlanir ve bir çok yabanci üniversite ile karsilikli isbirligi ve degisim protokolleri imzalanir. içlerinde devlet baskanlarinin da yer aldigi yurt içi ve yurt disindan bir çok isme üniversitenin fahri doktora payeleri verilir.
Prof. Dr. M.Lütfü ÇAKMAKÇI 'nin iki dönem devam eden rektörlük süresi sona erdikten sonra, SDÜ Rektörlügü’ne 2005 yilinda uzun yillar bu üniversitede Arastirma ve Uygulama Hastanesi’nin Bashekimligini de yapan Tip Fakültesi Ögretim Üyesi Prof. Dr. Metin Lütfi Baydar atanir. 
Prof. Dr. Metin Lütfi BAYDAR dönemi
Bu dönemde üniversitenin nicel anlamdaki büyümesinin ayni zamanda nitelikli hale getirilmesi hedeflenir. Bazi fakültelerde yeni bölümler bu anlayisla açilir. Üniversitenin adeta çekirdegini olusturan Mühendislik Mimarlik Fakültesi’nin atak yapmasi için çabalar burada yogunlasir. sehir – Bölge Planlama, Bilgisayar ve Endüstri Mühendislikleri gibi günümüzün ilgi gören bölümleri açilir. Fen – Edebiyat Fakültesi’nde yörenin tarihsel zenginligi ile örtüsen Arkeoloji Bölümü ile Cografya ve Felsefe Bölümleri açilir. Bu arada Meslek Yüksekokullarinda eski ve yeni programlar bir revizyona tabi tutulur. Isparta’nin ve bir çok ilçesinin bölgesel kalkinma ve modernlesme projelerine destek olmak amaciyla el sanatlarindan sarapçiliga, yapi denetiminden taki tasarimina kadar genis bir yelpazede yeni programlar hayata geçer. Saglik Yüksekokulu Fizik Tedavi ve Spor Bilimleri gibi ilgi gören bölümlerle yeniden yapilandirilir. Ayrica saglik alaninda ara eleman ihtiyacini karsilayacak Saglik Hizmetleri Meslek Yüksekokulu egitim hizmeti vermeye baslar. ilçelerde Meslek Yüksekokullarina yeni binalar kazandirmak için yerel yönetimlerin ve halkin destek vermesi yönünde kampanyalar baslatilir. Çok sayida ilçede bu isbirligi çabalarinin ilk meyveleri alinir ve örnek sayilabilecek destekler saglanir.
Henüz az sayida üniversitenin basarabildigi ve üniversiteleri bölgenin ve sanayinin lokomotifi haline getirebilecek çagdas projelerden biri olarak daha önce temelleri atilan Göller Bölgesi Teknokenti kurulur ve burada Isparta sanayicileriyle üniversitelilerin beklenen bulusmasi saglanir. 
Üniversitelerin genç beyinler üzerindeki etkisinde egitim kadar önem tasiyan baska bir unsur da hiç süphesiz kampus ortamlarinda yaratilan akademik atmosferdir. SDÜ bu yönde de önemli adimlar atar. Bati ve dogu kampuslerinde sekillenmeye baslayan peyzaj çalismalariyla, ulasim ve çevresel aydinlatmalarla isil isil bir kampus yaratilir. 
Enka’nin katkilariyla Bati kampusündeki bütün binalar çagdas yapi elemanlariyla yeniden giydirilir ve bu kampus daha nezih bir fotografa kavusur. Bu arada Dogu kampusünde merkezi derslikler binasi, merkez kütüphanesi ve sadece bölgenin degil ülkemizin en büyük ve nitelikli kapali spor komplekslerinden biri sayilan tesisler hizla tamamlanir. Kabina sigmayan hastaneye rahatlik saglamak amaciyla baslatilan radyoterapi ünitesi bitirilir. Kampusün “Taskafe”si olarak taninan nostaljik yapi “Kültürevi” haline getirilerek gelecekteki SDÜ Müzesinin nüvesi atilir.Ayrica sehir merkezinde bulunan ve Cumhuriyetimizin kurulus yillarina taniklik etmis olan Demiralay Konagi yeni bir misyon daha yüklenerek üniversitenin Sanat Evi olur.
SDÜ’nün fahri doktora payelerine toplumsal katki ödülleri de eklenerek is ve sanat dünyasinda basari öyküleri yaratan çok sayida sima üniversitenin agir misafirleri olur ve SDÜ adini dünyanin dört bir tarafina tasirlar.
2006 yilinda Türkiye’nin gündeminde yeni üniversitelerin açilmasi vardir. 2 tane ilin genis cografyasina yayilmis olan ve çok sayida akademik birimi bulunan SDÜ artik ogul vermek durumundadir. Yeni üniversiteler paketinde Burdur’da Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi kurulur ve anaç kurulus konumundaki SDÜ’den devralinan yapisal ve kültürel miras sayesinde bu üniversite yetiskin bir kurum olarak dogar.
Akademik büyümenin yaninda SDÜ sosyal ve bilimsel açidan da sevindirici hamleler yapar. Modern yönetim anlayisinin en önemli uygulamalarindan biri sayilan Stratejik Planini yapar ve bunu kurumsallastiran ilk üniversitelerden biri olur. Avrupa Birligi uyum sürecini yasayan Türkiye’nin hedeflerine paralel bir sekilde Avrupa Üniversiteler Birligi’ne dahil olarak diplomalarinda onun etiketini tasiyabilme hakkini elde eder.
Tübitak gibi önemli bir kurumun Kariyer Projeleri siralamasinda tüm üniversitelerin içerisinde ilk üçe girer. Sokrates, Erasmus gibi programlar çerçevesinde çok sayida ögrenci ve ögretim elemani degisim projelerini hayata geçirir, basta hastane olmak üzere bir çok akademik biriminin gönderlerine kalite bayragini çeker. Artik üniversitenin gözleri ufuk çizgisinde yani gelecege çevrilmistir.
Kendini gelecege hazirlayan yarinlarini bugünlerden insa etmeye çalisan Süleyman Demirel Üniversitesi Cumhuriyetin açtigi aydinlik ve isikli çizgide emin adimlarla ilerlemektedir.


ARZU POLAT
110157105001 

ŞEYH EDEBALI ( BİLECİK )



OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN MANEVİ KURUCUSU ŞEYH EDEBALI 

Şeyh Edebalı 1206 yılında Merv'de doğdu.Selçukluların Şeyh'ül İslam'ı Şeyh Sadrettin Konevi ve Mevlâna Celâleddini Rumi'nin çağdaşıdır.Künyesi İmadüddin Mustafa b.İbrahim b.İnac el-Kırşehri'dir. Edebalı ilk tahsilini Karaman'da yaptı.Hanefi hukukçusu Necmeddin ez-Zahidi'nin öğrencisi oldu.Daha sonra Dımaşk'a(Şam)giderek Sadreddin Süleyman b.Ebül-iz ve Cemalettin el-Hasiri gibi dönemin tanınmış alimlerinden dini ilim tahsil etti.Şam'dan ülkesine dönünce tasavvufa yöneldi.Eskişehir yakınlarında bulunan İtburnu Köyü'nde bir zaviye kurarak halkı irşada başladı.Aşıkpaşazade zaviyesinin hiç boş kalmadığını,Edebalı'nın gelip geçen fukaranın hertürlü ihtiyacını gidermeye çalıştığını,hatta bu maksatla koyun sürüsü bulundurduğunu kaydederler.
Söğüt ve Domaniç yaylaları,Selçuklu Devleti tarafından aşiretine yaylak ve kışlak olarak verilen Osman Gazi sık sık Edebalı'nın zaviyesinde misafir olarak kalırdı.Orta Asya'dan getirdikleri bir takım özelliklerden dolayı alim ve sûfilere karşı son derece hürmeti olan Osman Gazi,mübarek günlerde Edebalı'nın zaviyesine giderek dini ve idari konularda ,onun görüşlerini alırdı. Misafir olarak kaldığı bir gecede gördüğü rüya şöyle idi.Şey Edebalı'nın koynundan çıkan bir ay geldi kendi koynuna girdi.Göğsünden bir ağaç bitti.Öylesine büyük bir ağaç oldu ki dalları gökleri,kökleri tüm dünyaya sardı.Gölgesi bütün yeryüzünü tuttu.İnsanlar o ağacın gölgesinde toplandılar.Ulu dağlara ve dağların eteğinden çıkan coşkun sulara hep o ağaç gölge etti. Osman Bey rüyasını Şeyh Edebalı'ya anlatır.Edebalı rüyayı şöyle yorumlar:"Oğul Osman,Hak Teala sana ve soyuna hükümranlık verdi mübarek olsun,kızım Malhun Hatun senin helâlin olsun."der.Edebalı'nın bu yorumu üzerine Osman Gazi Malhun Hatun(Rabia Bala Hatun)ile evlenir. Şeyh Edebalı ahi teşkilatının reisi idi.Ahi Şehliğinin Edebalı'dan sonra kime geçtiği bilinmemektedir;ancak daha sonra I:Murat'a intikal etmiştir.Bilecik'in Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra zaviyesini buraya taşıyan Edebalı,aynı şekilde dini hizmetlerine devam etmiştir.Osman Gazi'nin vefatından sonra kızı ve torunu Alâaddin Bey ile Bilecik'te Edebalı'ya Kozağaç(Şimdiki Karaağaç) köyünün öşür ve hasılatı verilmiş,kızı Rabia Hatun da kendilerine verilen bu köyü tekkeye vakfetmiştir.Şeyh Edebalı uzun bir hayat sürdükten sonra 726(1326)yılında Bilecik'te vefat etti.Zaviyesinin mescid olarak kullanılan odasına defnedildi. Edebalı,mutasavvıf olmasının yanında ilk Osmanlı kadısı ve müftüsüdür.Dönemin birçok fakihi ile görüşmüş ve onlardan ders almış,çok sayıda talebe yetiştirmiştir.Önde gelen öğrencilerinden aynı zamanda damadı Dursun Fakih,Edebalıdan sonra Osmanlı Devleti'nin ikinci müftüsü ve kadısı olmuştur.Mevlidi Şerif'in yazarı Süleyman Çelebi,Mahmut Paşa yönüyle ikinci kuşaktan Şeyh Edebalı'nın torunudur.
Bilecik Edebalı zaviyesine kendisiyle birlikte hanımı,kızı,zamanın büyüklerinden Molla Hattab-ı Karahisar,Şeyh Muhlis Baba ve isimleri bilinmeyen bazı yakınları defnedilmiştir. Ahi reisi Şeyh Edebalı kendisini dinleyenlere; "Toprağa bağlanın.Suyu israf etmeyin.Mirasınızın sağlam kalmasına dikkat ediniz.Veriniz,cömert olunuz elleriniz yumuk kalmasın.İlim sahiplarini koruyunuz.Ağaç dikiniz.Ödünç aldığınızı fazlasıyla iade ediniz.Kuran-ı Kerimi güçlü olmak için okuyunuz.Bağınızı bahçenizi viran bırakmayınız.Hadis ezberleyiniz.Bildiklerini öğretenler unutmazlar.Asıl ölüm ilimden payını almayanlaradır.Faydalı ile faydasızı bilenler bilgi sahipleridir...."der ve tavsiyelerde bulunurdu. Şeyh Edebalı geleceği görebilen bir kişiliğe sahipti.Neyin ne kimin kim olduğunu bilen bir insandı.O gelecekteki Türk birliğini,Kayı Boyunun dolayısıyla Osman Bey'in kuracağını sezmişti.Tüm Kayı Erenleri edebalıdan feyiz almıştı.


GÜLŞEN ÜNLER
110157105022

BİLECİK KENT ORMANI



BİLECİK KENT ORMANI

Bilecik halkının uğrak mekanlarından olan Kent Ormanı, faaliyetleriyle birlikte yenilenmeyi de sürdürüyor. Ulaşımdaki sıkıntıları en aza indirmek adına yolu yenilenen mekan, artan yemek çeşitleri ile geçmiş yıllarda olduğu gibi Ramazan Ayı’nda iftar yemeği vermeyi sürdürecek.
Çocuk ve genç oyun gruplarını da bünyesinde barındıran Kent Ormanı, çay bahçesi kimliğinden çıkarak tesisleşme yolunda ilerliyor. Kır gazinosu ile düğün ve eğlencelere ev sahipliği yapıyor.
Bilecik’e gelen misafirleri en iyi şekilde ağırladıklarını ve hizmet kalitesi ile ilimizin tanıtımını yaptıklarını dillendiren Kent Ormanı İşletmecisi Bekir Ergül, tercih edildiklerini için tüm Bilecik halkına teşekkür etti.
Her kesime uygun yemek çeşitlerini sunduklarını belirten Ergül “Saat 10.00 ile 13.00 saatleri arasında kahvaltı hizmeti veriyoruz. Öğlen ve akşam de yemeklerimiz var. Doğum ve yaş günü için özel kapalı terasımız bulunuyor. Deneyimli personelimiz sayesinde toplu yemeklerde de hizmet veriyoruz. 1000 kişilik kır gazinomuzdaki hazırlıklar tamamlandı. Ayrıca çocuk oyun gruplarında revizyon yaparak yeni hizmetleri bünyemize katacağız.
Tüm bu hizmetlerin yanında, Yediler Tepesi Mevkii’nde bulunan Kent Ormanı’na ait ‘kendin pişir, kendin ye’ alanında hizmetimiz devam ediyor. Yakında alabalık satışlarımız başlayacak. Halkımız eşsiz manzara eşliğinde balık keyfi yapabilecek.” dedi.


GÜLŞEN ÜNLER
110157105022

CENENNEM AĞZI MAĞARALARI ( Ereğli )



CENENNEM AĞZI MAĞARALARI
Zonguldak/Ereğli

Mitolojik bir hikayeye sahip olan Cehennemağzı Mağaraları, Zonguldak'ın Ereğli ilçesinde bulunmaktadır. 
Mitoloji'de Hades'in ölüler ülkesi olarak biliniyor. Aynı zamanda güç tanrısı Heracles'in (Herkül) yeryüzündeki 12. görevini gerçekleştirdiği yer olarak da bahsedilmektedir. Herkül altın postu bulmak için Cehennemağzı Mağaraları'na girmiştir ve görevi tamamlamıştır. Ereğli ismi de Heracleia'den gelmektedir. Bu mitolojik değere sahip olan Cehennemağzı Mağaraları, üç mağaradan oluşmaktadır. Özellikle içindeki Ayazma Mağarası harika bir akustiğe sahiptir. Aynı zamanda bu mağarada konserler de düzenlenmektedir. Cehennemağzı Mağaraları Zonguldak gezinizde kesinlikle görmeniz gereken yerler arasında. Bu arada şehirdeki turistik gezi alanları arasında olan Çayır Köyü Su Mağarası'nı da ziyaret etmeyi unutmayın


Gülbahar ARDIÇ
110157105020

EREĞLİ’NİN TARİHÇESİ





 EREĞLİ’NİN TARİHÇESİ


Ereğli adını; Bizans İmparatoru Herakliyüs adı ise Yunan mitolojisinde yarı tanrılaşmış bir kahraman olan Herakles'ten gelmektedir. “Herakliyüs” kelimesi zaman içinde Türkçe'nin ses yapısına uygun olarak; 

Herakle ,İrakle ,Eregle ,Eregli ,Eregliyye ,EREĞLİ şeklini almıştır. 
 Evliya Çelebi Seyahatnamesinde ise I. Alaeddin Keykubad'ın Ereğli'den bir sefer dönüşü geçerken Peygamber Pınarı denilen (şu anda Akhüyük köyünde bulunan) çamurun, yaralı askerlerinin yaralarına şifa olduğundan dolayı buraya ERKİLİ (Ereğli) dediği için adını buradan aldığı yazılır.
Tarih boyunca Hitit, Asur, Kimmer, Frig, Lidya, Pers, İskender İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu ve Bizans idaresinde kalan Ereğli, 9 asırda Bizans ile Abbasiler arasındaki mücadeleye sahne oldu. 
Anadolu Selçukluları zamanında Türklerin idaresine giren Ereğli, Anadolu Beylikleri zamanında Nure Sufi Bey'in kurduğu Karamanoğlu Beyliğinin 1250-1256 arası ilk başkenti olmuştur. Fatih Sultan Mehmet Han devrinde Osmanlı topraklarına katıldı. 20 asırda Bağdat Demiryolunun ilçeden geçmesi ile Ereğlinin önemi daha da arttı. 
Osmanlı Devletinin son döneminde Konya Vilayetine bağlı bir kaza merkezi olan Ereğli, cumhuriyet döneminde de Konya'nın ilçesi olma durumunu devam ettirdi. Deniz seviyesinden 1054 m yüksekte bulunan Ereğli'nin nüfusu 128.000'dir (83.000'i merkezde). 2260 km² yüzölçümüne sahip ilçenin 6 belde belediyesi 44 köyü ve 36 mahallesi bulunmaktadır. İlçe halkının yarıdan fazlası geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlamaktadır.
 İlçenin en önemli akarsuyu İvriz Çayı üzerinde kurulu İvriz Barajı, Ereğli'de hem tarım alanlarını sulamakta ve içme suyu ihtiyacını da karşılamaktadır. İlçede baklagiller, sanayi bitkileri, meyve, sebze ve yem bitkileri yetiştirilmektedir. Ereğli’de yetiştirilen kirazlar bir bölümü ihraç edilmektedir.
Ereğli'de Selçuk Üniversitesine bağlı Ereğli Meslek Yüksekokulu, 1987 yılından beri eğitim faaliyetini sürdürmektedir. Ulu cami, Ağalar Mescidi, Rüstem Paşa Kervansarayı, Roma Hamamı kalıntıları, çeşitli dönemlerde yapılmış türbeler ve köprüler ilçenin önemli tarihi eserleri arasındadır.  
 Ereğli yakınlarında bulunan İvriz Kaya Anıtı Hititlerden günümüze gelen önemli bir kültür mirasıdır.
Ereğli sanayisi ve tarımıyla birlikte hızlı yükseliş içindedir. Ayrıca yüz ölçümü ve nüfus acısından bazı illerden daha büyüktür.  Ereğli beyaz kiraz üretimiyle dünya çapında söz sahibidir.

 Ereğli, Güney Kore'nin Kwangjin kenti ile kardeş şehir anlaşması imzalamıştır.





Gülbahar ARDIÇ
110157105020

ULUCAMİ ( DİYARBAKIR )





DİYARBAKIR ULUCAMİ

Diyarbakır Balıkçılarbaşı semti Ulu Cami Mahallesi’nde bulunan bu cami Anadolu’nun en eski camilerinden birisidir. Arap orduları 639 tarihinde Diyarbakır’ı ele geçirdiği zaman buradaki büyük bir kiliseyi cami olarak kullanmıştır. 
Büyük Selçuklu hükümdarlığı zamanında Vali Amidüddevle 1090 yılında yıkılmaya yüz tutan bu yapıyı Sultan Melik Şah’ın isteği ile yeniden onarmıştır. Bununla ilgili 1091 tarihli kufi yazılı bir kitabeyi camiye yerleştirmiştir. Bu onarımdan sonra 1115 yılında bir deprem ve yangın sonucu yapı büyük zarar görmüştür. Sonraki yıllarda Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev, 1241’de Osmanlı Padişahı IV.MehmeT, Ak koyunlu Uzun Hasan bu camiyi onarmış ve bununla ilgili kitabelerini duvarlara yerleştirmiştir.
 
Ulu Cami, çeşitli zamanlarda değişik dönemlerde onarılmış ve her onarımda yeni yapılar eklenerek bugünkü şeklini almıştır. Caminin duvarlarında bazı ustaların isimlerine de rastlanmakla beraber, bu ustaların caminin hangi bölümlerinde çalıştıkları kesinlik kazanamamıştır. Bunların arasında Melik Şah’ın mimarı Urfalı Selami oğlu Mehmet’in, Nisan oğulları’ndan da Hibetullah el Gürgeni’nin burada çalıştığını gösteren yazıtlara rastlanmıştır.
 
Ulu Cami’nin büyük dikdörtgen bir avlusu vardır. Bu avlu üç yandan çeşitli yapılarla çevrilmiştir. Avlunun batısındaki iki katlı cepheyi Ebu Mansur İlaldı’nın yaptırdığı üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır. Bu bölüm antik çağın tiyatro cephelerini andırmaktadır. Ancak bu cepheye eklenen kitabeler ve silmeler ile değişik bir cephe görünümü elde edilmiştir. Bu arada ikinci katta birbirlerinden farklı kemerler kullanılmıştır. Bu cephe doğu bölümünde 1163-1164 yıllarında İnal oğlu Mahmut ve veziri Nisan oğlu Ali zamanında tekrarlanmıştır. Bu bölüm de iki katlı olup, üst katı kütüphane olarak kullanılmıştır. Burada, sütunların üzerine ve girişte karşılaşılan aslan ile boğa mücadeleleri kabartma olarak işlenmiştir. Avlunun güneyinde ise, doğu cephesine bitişik olan Mesudiye Medresesi önüne de bugün tek katlı olarak görülen sütunlu, sivri kemerli bir revak sırası yerleştirilmiştir. Böylece camiye bir bütünlük kazandırılmış, Mesudiye medresesine de cami ile bağlantılı bir giriş mekânı oluşturulmuştur.
 
Caminin avlusunun ortasında sekizgen sütunların taşıdığı şadırvan 1849 yılında yapılmıştır. Bu avlunun bir kenarında üçer sütunlu bir namazgâh ile bir de havuz bulunmaktadır. Caminin avluya bakan cephesinin ortasına bir mihrap yerleştirilmiştir. Bunun sağ ve solunda içeriye girişler, pencereler ve caminin yan cephe ile birleştiği yerlere de yeniden birer kapı açılmıştır. Bu duvarı ortasından kesen uzun bir yazı frizi dikkati çekmektedir. Bu cephede üç sıra pencereler açılmış ve bunun üzeri eğimli bir çatı ile de örtülmüştür. Böylece camiye giriş belirli bir şekilde ortaya çıkarılmıştır.
 
Caminin ibadet mekânı iki ayak sırası ile mihraba paralel üç nef e ayrılmış, bunu n orta bölümünü de daha geniş bir mekân kesmiştir. Bu ayaklar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır. Bu kemerlerin üzerine ikinci bir kemer dizisi daha yerleştirilmiştir. İç mekânın solunda ve doğusuna rastlayan bölümde bir mihrap daha bulunmaktadır. Caminin en önemli bölümü olan mihrap ve minber XIX. yüzyılda yapılmıştır. Caminin ilk yapılışındaki mihrap ve minberi konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. İbadet mekânının üzerini örten tavan kalem işleri ile süslenmiştir. Bu tavan ile duvar arasındaki bağlantıyı sağlayan yere bir yazı frizi yerleştirilmiştir.
 
Caminin batısındaki bir kapıdan da minareye çıkılmaktadır. Minare kare gövdeli, silindirik külahlıdır. Üzerinde kitabeler bulunmaktadır.




LEYLA EFE
2009015702027



BEN-U SEN EFSANESİ ( DİYARBAKIR )








DİYARBAKIR BEN-U SEN EFSANESİ 

           Kenti çepeçevre kuşatan surların güneybatı kesimine Ben-u Sen surları denir. Bu bölümdeki surların, Yedi Kardeşler ve Evli Beden (Ulu Beden) burçlarının ayrı bir önemi vardır. Çok sağlam, süslü ve yazıtlı olan bu burçlara ilişkin, şöyle bir efsane anlatılır: 

          Suriçi’ndeki Mimar Sinan’ın Ali Paşa Camii ve Külliyesi’nin hemen karşısında, Diyarbakır surlarının iki en önemli ve etkileyici burçları, Evli Beden (Ulu Beden) ve Yedi Kardeş var. Cepheleri, kitabeli, aslan ve çift başlı kartal kabartmalı burçların bulunduğu bölge, Ben u Sen olarak biliniyor. Burasıyla ilgili, halk arasında yaygın olarak bilinen ve anlatılan bir efsaneye göre; bir usta ve kalfası en güzel burcu kimin yapacağı üzerine iddiaya girmiş. Surların en güneyine Yedi Kardeş Burcu’nu yapan usta ile hemen yakınında Evli Beden Burcu’nu bitiren kalfa, halkın huzurunda, birbirlerine ‘’ben mi, sen mi?’’ diye sormuşlar. Ancak usta, kalfasının sanatının üstünlüğünü kabullenerek kendini surlardan aşağı atmış. Ustasının ölümüne dayanamayan kalfa da onun ardından atlamış. Ustayla kalfanın rekabet ve dostlukla karışık bu hikayesinin geçtiği yer, o gün bu gündür, ‘’Ben ve Sen’’ anlamına gelen Ben u Sen olarak anılıyor.






LEYLA EFE
2009015702027